Kitap Hakkında
Mutlak hakîkat bilgisinin acaba ne kadarına sahibiz? "Evvel" ve "hir" olan Allah hakkındaki bilgimizin sınırları acaba hangi noktalara ulaşmaktadır? Veya doğru diye bildiğimiz/zannettiğimiz/hayâl ettiğimiz şeylerin ezelî bilgiyle örtüşen yanları ne kadardır? Gerçek şu ki sınırlı/kayıtlı bir varlık olarak insânın, sınırsız/sonsuz bir varlık hakkındaki bilgisi sadece "Hiç"tir. Bildiklerimiz de sadece O’nun dilediği kadarıyladır. Üstelik bu dilediklerinin ne kadarını idrâk ettiğimiz de tartışılır. Fizik/Şehâdet lemi’nin koşullarına göre yaratılmış bir varlığın Metafizik/Gayb lemi’nin sınırlarını aşması mümkün değildir. Metafizik/gayb âlemi ile ilgili olan her tartışma, akıl yürütme Kur’ân’ın ifâdesiyle "Gayba taş atmaktan" ibârettir. Zira kısıtlı yeteneklerimiz ancak bu dünyânın realitesini kavramaya yöneliktir. Diğer taraftan eşya da, bu eşyayı değerlendirecek olan insân da varlıkları itibariyle "Mutlak Hakîkat"in önünde birer perdedirler. Bu yüzden de gözlerimizin görmediği, kulaklarımızın işitmediği, akıllarımızın hayal dahi edemeyeceği öte âlemin realitesine gözümüzü açtığımızda karşımıza çıkacak olan tek duygu şaşkınlık ve hayrettir. Zira Yaratıcı Kudret olan Allah görünen bu âlemin nalını ters çakmış, zıtların polaritesinden oluşan bir sahneyi karşımıza çıkarmıştır. Bu sahneye "İlm-i Ledün" penceresinden bakarsak, bütün bu görünen/yapılan eylemlerin ardında "ezelî hikmet"e uygun bir gerçekliğin bulunduğunu zevk ederek öğreniriz. Bu gerçekliğin ise iki vechesi vardır: Birincisi Şerîat, diğeri Hakîkat. Asl olan her ikisini de cem eden, zâhiri görürken/yaşarken bâtından perdelenmeyen, bâtını görürken/yaşarken de zâhiri ihmal etmeyen "Muhammedî" bir nazardır.
Devamını oku
Devamını gizle