Kitap Hakkında
Set İçindeki Kitaplar;
Bulgar Gözüyle Edirne
Azizlerin yaşamöykülerinden kroniğe, öyküden romana, ama özellikle anı ve gezi notu türlerinde Edirne'yle ilgili Bulgar edebiyatında yüksek sayıda tanıklık çıkar karşımıza. Edirne'yle ilgili tanıklıkların, kentin 19. yüzyılın ortalarına doğru Bulgarlar açısından önemli bir ticaret, eğitim ve kültür merkezi olarak gelişmeye başlamasıyla arttığını görürüz. Tanıklıklarda artık kentin konumu, tarihsel geçmişi, güncel durumu, sosyal yaşamı, dini mabetleriyle ilgili bilgi ve verilere, hatta tasvirlere yer verilmeye başlanır. Örneğin Konstantin Fotinov (1790-1858) Kısaca Genel Dünya Coğrafyası (1843) adlı kitabında, Trakya bölgesini tanıtırken İstanbul'dan sonra en çok Edirne'ye odaklanır. Mihail Macarov da (1854-1944), gezi notu ve anılarında 1860'lı, 1870'li yılların Osmanlı Edirne'sini ustaca canlandırır.
Kudüs Yolculuğu
Mihail Macarov Osmanlı tebaasından Avratalanlı (Koprivşitsa) bir Bulgar ailenin çocuğudur. Babası İvan Macarov ömrünü gurbette geçirerek aba imalat ve ticareti yapmaktadır. İstanbul'da Çorapçı Han'da dükkânı vardır. Genç Mihail de burada çalışacak, sonra 1873'te girdiği Robert Kolej'de eğitim görerek Bulgar aydınları arasındaki yerini alacaktır. Ama Macarov'un bu kitaptaki Kudüs yolculuğu anıları daha önceye 1868-69'a aittir. İvan Macarov 1868'de yanına karısını ve oğlu Mihail'i alarak hacı olmak üzere Kudüs'e doğru yola çıkar. Yanında Mısır'daki ortağının karısı ve iki oğlu da vardır. At arabasıyla yola çıkan kafile önce Filibe'ye, sonra Edirne'ye varır. On dört yaşındaki Mihail Selimiye Camii'ne hayran olur, hemen minarelerden birinin üçüncü şerefesine tırmanır. Burada bir gün kalırlar sonraki etapta Tekirdağ yolculuğu vardır. Buradan İstanbul'a vapurla giderler ve Fener'de bir eve yerleşerek kentte üç ay kalırlar. Ayasofya'yı, Vlaherna (Ayvansaray) Kapısı'nı, Yeniçeri Müzesi'ni, Hipodromu görür. Bir İstanbul yangınında tulumbacıların peşine takılıp babasından bir güzel azar işitir. Nihayet esas yolculuğun günü gelir. Bir Avusturya vapuruyla İskenderiye yolculuğu başlar. Varılacak ilk iskele İzmir'dir. Oradaki abacı hemşerilerinin yarımıyla kenti keşfe çıkarlar. Zahmetli ve fırtınalı bir yolculukla İskenderiye'ye ulaşırlar. Babasının İskenderiye ve Kahire'de dükkânları olduğundan sonraki etapta Kahire yolculuğu vardır. Buraya trenle üçüncü mevkide (tutumluluk Bulgar tüccarlarının en önemli özelliğidir) giderler. Burada iki ay kalırlar. Mısır'dan Kudüs'e en kolay yol, İskenderiye'ye dönüp vapurla Yafa'ya gitmektir. Buradan ötesi kervan yolculuğudur. Bir deve ve altı katır kiralayıp hac kervanına katılırlar. Kervanı Osmanlı zaptiyeleri korumaktadır. Bundan sonrası Kudüs'e varışın, hac ritüellerinin yerine getirişin, Avratalan'daki her aileye bir hac hediyesi (bilezik, yüzük, küçük haç, tespih) alışın ve geri dönüşün hikâyesidir.
İstanbul'dan Mektuplar
Hristo Brızitsov, İstanbul'da Bulgarca bir gazete yayınlayan Dimitır Brızitsov'un oğlu olarak 1901'de Ortaköy'de doğdu. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları Boğaz kıyısında ve Beyoğlu'ndaki Rumeli Han'ın üçüncü katında geçti. İmparatorluğun kaderini belirleyen ve dünya tarihine yön veren birçok hadiseye tanık oldu. Brızitsov ailesi Balkan Savaşları'ndan sonra İstanbul'u terk ederek Sofya'ya yerleşti. Baba mesleğini seçerek gazetecilik yapan Hristo Brızitsov, canlı ve özgün, edebi unsurlar da içeren yazılarıyla Bulgar basınında kısa sürede ün kazandı. Genç gazeteci, Türkiye'deki yeni cumhuriyet idaresinin uyguladığı reformlar Bulgaristan'da büyük ilgi çekince 1932'nin sonbaharında, önceki yıllarda çeşitli sebeplerle kısa süreliğine uğradığı ve çok iyi bildiği İstanbul'a geldi. İmparatorluğun son döneminde ayrıldığı şehre, 20 yıl sonra, cumhuriyet idaresinin ilk yıllarında dönüyor olması, ona dün ve bugün, eski ve yeni, geleneklere bağlılık ve modernlik arasında karşılaştırmalar yapma olanağını verirken işini de epeyce zorlaştırıyordu.
Hangi İstanbul kendisine daha yakın ve sıcak? Çocukluğunun o renkli, kozmopolit, Doğu masallarından izler taşıyan, Levanten semtlerinde büyüdüğü İstanbul mu, yoksa şimdi gördüğü, başkentlik tahtından indirilmiş ve biraz da hırpalanmış modern ve milli İstanbul mu? İkisinden birini kesin olarak seçme gibi sevimsiz bir sorumluluktan özenle kaçınan yazar, bu ağır görev ve yargıyı okura yüklüyor. Kendi görevini de, her şeyi gördüğü ve hissettiği şekliyle aktarmakla, şehrin gizemli sarmalına dalmakla sınırlı tutuyor. Gazeteci üslubunun akıcılığı ve vuruculuğuyla 24 mektup şeklinde kaleme alınan yazıları okurlarını 1930'ların İstanbul'una götürüyor. Bu mektuplar ilk kez haftalık Literaturen glas [Edebiyat Sedası] gazetesinde yayınlanmıştı, şimdi 85 yıl sonra ilk defa Türkçede bir araya getiriliyor. Prof. Dr. Hüseyin Mevsim, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Bulgar Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı'nda öğretim üyesi.
Diyarbakır Sürgünleri
Diyarbakır, Bulgarların milli hafızasında çok önemli bir yer işgal eder. Bu şehir 19. yüzyılın ikinci yarısındaki sürgünler nedeniyle Bulgarların kolektif hafızasında son derece olumsuz, hatta ürpertici çağrışımlara sahiptir. Bir yandan tarifsiz acıların yaşandığı bir yer olarak, bir yandan da milli benliğin ve kimliğin kazanılmasında mühim bir aşama ve çile yolu olarak görülür. Bunun nedeni, 1862-1878 yılları arasında, Bulgaristan'da vuku bulan milli amaçlı çetecilik faaliyetleri ve isyan hadiseleri neticesinde çeşitli yaş, meslek ve sosyal zümrelerden 140 Bulgarın beş kafile halinde Dicle kıyısındaki kadim şehrin kalesine sürgün edilmesidir. Bazı sürgünler, özellikle kış aylarına ve Anadolu'nun çetin iklim şartlarına denk gelen yolculuğu kaldıramazlar; bir kısmı da Diyarbakır'ın havasına ve suyuna alışamaz. Onlarca mahkûm her türlü hayati tehlikeyi göze alarak Halep ve İskenderun veya Erzurum ve Kafkasya üzerinden Romanya'ya firar ederler. Çarptırıldığı ceza süresini doldurmadan af edilenlerin bulunduğu da görülür; geri kalanlar da Ayastefanos Antlaşması (1878) hükümleri gereğince serbest bırakılırlar. Papazdan muallim ve esnafa, tüccardan ressam ve hancıya kadar son derece geniş bir sosyal ve mesleki yelpazede yer alan bu siyasi sürgünlerin bir kısmı gerek Anadolu'daki yolculukları, gerekse de Diyarbakır'da geçirilen yıllar hakkında hatıralarını kaleme almışlar veya ailelerine yolladıkları mektuplarda kent yaşamına dair bilgiler aktarmışlardır. Böylelikle, Diyarbakır ve yöresinin coğrafi konumu, geçmişi, havası, suyu, iklimi, sosyal ve dini yapısı, ibadethaneleri, gündelik hayatı, geçim kaynakları, etnik unsurları ve bunların aralarındaki münasebetler, çarşılar, gelenek ve görenekler, yaşam tarzı, mutfağı hakkında çarpıcı gözlem ve izlenimler aktarılır. Bu tespitlerin Balkanlar gibi tabiat ve iklim bakımından farklı bir coğrafyaya ait insanlar tarafından yapılmış olması, gözlem ve algıları daha da ilginç kılar.
İstanbul'dan Hatıralar 1870-1890
Şair, yazar, ressam, eğitimci, diplomat, siyaset ve devlet adamı Konstantin Veliçkov (1855-1907) Galatasaray Lisesi’nin ilk mezunlarından. Mezuniyetinden sonra Şarki Rumeli Eyaleti ve Bulgaristan Emareti’nde sorumlu görevler üstleniyor, Bulgar kültür ve sanat hayatına katkılarda bulunuyor. Ama çok geçmeden ülkesindeki toplumsal ve siyasi gerçeklerden derin bir hayal kırıklığına uğruyor. Veliçkov, 1890’lara denk düşen gönüllü sürgünlük yıllarını da İstanbul’da geçiriyor, eserlerinin büyük kısmını burada yazıyor. “İstanbul’dan Hatıralar ve İzlenimler” ortak başlığıyla Bulgarca bir dergi için kaleme aldığı yazılarda, talebelik yıllarını geçirdiği 1870’lerin ve gönüllü sürgünlüğünü yaşadığı 1890’ların Osmanlı payitahtı arasında sürekli gelip gidiyor ve zaman tünelinde karşılaştırmalar yapıyor. “Fener’de Bir Gezinti,” bugün daha çok Demir Kilise olarak bilinen Aziz Stefan Bulgar Ortodoks Kilisesi’nin inşası bağlamında, bağımsız Bulgar kilisesi mücadelesinin aşamalarını canlı bir üslupla aktarıyor. “Balkapan Han” ise, Mısır Çarşısı’nın arkasındaki bu han, İstanbul’daki Bulgar kültürünün bir merkezi niteliğinde. “Çamlıca” yazısı ise dünya edebiyatında İstanbul’un coğrafi konumuyla ilgili yapılan en şiirsel tasvirlerden biri olmaya aday. Hatıralarla bezeli seyahat notlarında Bulgar şair ve yazar, hayatının en coşkulu yıllarını burada geçirmiş olmanın verdiği tecrübeyle, İstanbul’un o eşsiz ruhunu derinden hissediyor ve yorumlarıyla okura aktarıyor. İmparatorlukta ve payitahtta özel olarak Bulgar meselesini, genel olarak da 19. yüzyılın belli başlı hadise, süreç ve eğilimlerini takip etme ve derinlemesine anlama imkânı veriyor. Prof. Dr. Hüseyin Mevsim, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Bulgar Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalında öğretim üyesi.
Bulgar Gözüyle Bursa
Ülkemizde Osmanlı üzerine yapılan araştırmaların bir sorunu da Bulgar, Sırp, Hırvat veya Slovenlerin yazınsal mirası hakkındaki Türkçe kaynaklarımızın sınırlılığıdır. Hüseyin Mevsim "Bulgar Kaynaklarında Rumeli ve Anadolu Tanıklıkları" başlıklı kapsamlı araştırma tasarısıyla bu eksikliğin giderilmesi yönünde çaba harcıyor. Bu tasarının ilk adımı niteliğindeki Bulgar Gözüyle Bursa konulu çalışmada, Osmanlı'nın ilk başkenti, Uludağ eteklerindeki eşsiz kent, ipekçiliğin merkezi, kaplıcalar diyarı Yeşil Bursa'yla ilgili 19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın ilk yıllarında, gezi notu ve anı türlerinde kaleme alınmış tanıklıklara yer veriliyor. Bu kitapta yer verilen Nikola Naçov, Vasil Kınçov ve Petır Daskalov'un yolculuk notları ve anıları,1870-1910 yılları arasında Bursa ve yakın çevresindeki toplumsal yaşam, doğal felaketler, İstanbul-Mudanya-Bursa arasındaki ulaşım koşulları, ticaret etkinlikleri, üretim, eğitim sistemi, azınlık okulları, etnik katmanlar arasındaki ilişkiler, bölgenin coğrafyası, camiler ve sultan türbeleri gibi dini ve sivil anıtlar, yaygın söylenceler ve birçok başka konu hakkında bilgiler içeriyor. Doç. Dr. Hüseyin Mevsim Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Bulgar Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı öğretim üyesi. Mevsim'in Stefan Lazareviç; Yıldırım Bayezid'in Emrinde Bir Sırp Despotu adlı çalışması daha önce Kitap Yayınevi tarafından yayınlandı.
Ürün Özellikleri