Kitap Hakkında
Siyahi'nin 8. sayısı üç ana dosyayla düğümlenen bir şebeke halinde işledi. Esnek başlıklar olarak düşündüğümüz bu düğümler hakkında konuşalım: Liberter Eğitim, Sol Kimlik ve Görsel (Deneysel) Şiir...
Liberter Eğitim dosyasını Eren Barış ve Savaş Kılıç hazırladılar. "Eğitim: hiç özgürlükçü olabilir mi" diye sormakla ve çeşitli örnekler, cevap hazırlıkları, sorunsal tarifleri, deneyimler ve yorumlardan yaptıkları toplam kapsamında yüreklendirici cevaplarla irtibatı diri tutmakla hem eğitimin kendi doğasını özgürlükçü bir toplumsal vizyon lehine yeniden düzenleme arayışını hem de bugünün somut eğitim dertlerine, kayıp gidene kayıtsız gündem fazlasına bir müdahaleyi yansıtıyorlar.
Üniversitelerde siyasetin hayli gerilediği, özel üniversitelerin toplamdaki nitel ve nicel ağırlıklarını arttırdıkları, paralı eğitimin fütursuzlaştığı, ana eğitim konseptini sorgulayacak ve onlardan kaçacak alternatif alanların takatsiz gözüktüğü gibi tespitlerin birbirini izlemesine alışıldı. Solun yaygın gerileyişiyle beraber paralı eğitim sarmalına giremeyen sınıfların sol kaynaklı bir alternatif eğitimle hayata katılmaları ihtimalinin de güç kaybettiğini görüyoruz. Şöyle bir bakılırsa, denebilir ki, sol hareketin fiili varlığının açtığı alternatif eğitim sahası olmasa merkezi eğitim kalesine alınmayacak pek çokları zamanında Türkiye entelijensiyasının hepimizin önünü açan aktif birer parçası olmuşlardı, olabiliyorlardı. Şimdiyse solun zayıflamasıyla bu imkân da kapanıyor. İleride okur yazarların belirgin sınıfsal kümelenmelerin daha da kurallaştığı kastlar anlamına geleceğine dair öngörüler artıyor. Bu anlamda, iç karartıcı bir elitleşme bulutunun hareketinden sözediyoruz.
Anarşistlerin, anti-hiyerarşik, yatay olarak örgütlenmiş, temsiliyete dayanmayan başka bir toplumsal düzen için zihinlerini ve emeklerini seferber ettikleri oranda başka bir eğitim üzerine de kafa yordukları, deneyler yaptıkları biliniyor. Özgürlükçü eğitim arayışlarına anarşizmden gelen katkı kuşkusuz saf değil, başka katkılarla karışarak, tartışarak yoluna devam ediyor. Savaş ile Eren'in bu tartışmaların dünyasına yaptıkları çağrıyı bir davet olarak da algılıyoruz. Galiba 'eski dil' daha da elverişli bu amaçlar için; eğip bükmek, ağaçları yaşken eğitmek yerine talim yaptıran muallimlerden, talep eden talebelerden bahsediyor gibiyiz biraz da....
Soruşturmamızda da masaya yatırmaya çalıştığımız gibi, bir yandan solcu denilince enikonu milliyetçi birinin anlaşıldığı, milliyetçilikleri kuşkuda olanların liberalliklerinin derecesini tartışmak gerektiğini ima eden bir dil var bugün Türkiye'de. Öte yandan da toplumsal, ekonomik ve siyasal dönüşümün bir yanlısından, bir aktöründen çok kültürel hoşgörünün bir savunucusu olarak solcu figüründe radikal bir mücadele alanı görmemizi isteyen bir zorlama var. Boğucu Sol, böyle birşey. Nereden silkinmek mümkün diye bakıyoruz, bakacağız.
'Anarşik' jestlerin, anarşist kimliğin, anarşizm kökenli teori ve pratiğe karşı mücadelesinin de üstüne giderek elbet...
Şiirin, şiire yüz dönmenin, şiire doğrunun tam zamanı. Öncelikle, piyasanın kültür ve dolayısıyla edebiyat sahasını önemli ölçüde dizginlediği bir dönemde şiir finansal bir heyecan uyandırmadığı için. Şiirin en büyük şansı satmaması oldu. Satmadığı ve satmayacağı düşünüldüğü için piyasa şiire yatırım yapmıyor, yakasını bırakıyor ve şiir kendi başına kendi bildiği yoldan giderken dilediği gibi sadece kendi karabasanlarını görebiliyor. Bununla beraber edebiyatın yerel otoritelerinin muhafazakârlıkları da daha büyük canavarlar tarafından önemsizleştirildiği için 2000'ler Türkiye şiir ortamında bir 'otorite boşluğu' yarattı. Öyle ya da böyle bir tür avangard itki, radikalizm, deneyselcilik; birden konuştuklarımız bunlar oldu. Garip, hayli garip, ama anlamlı bir şekilde, Doğu Bloğundan yeni çıkan ülkelerin 90'larda sanatta gösterebildikleri 20 yy. avangard geleneklerini kısa bir sürede ve yeniden yaparak, yaşayarak öğrenme ve kendine katıp ortamı/düşünüşü yenileme, kayıp bağlantıları taze düğümlerle birleştirme tutumunu, 'tarihten hızlı gitmek' denilen bu hamleyi başka bir versiyonuyla burada yaşadık, yaşıyoruz. Görsel şiir elbette yeni bir şey değil, ama şiirde dendiği gibi, şiir de yeni birşey değil ki!
Görsel şiirin Türkiye'de 2000'lerde belirişi, sözgelimi Bülent Kandiller ile Yurdakul Kavas'ın biraz erken bir emekle 1986'da hazırladıkları Somut Şiir (Uçurum Yayıncılık, Ankara) kitabındaki havadan hayli başka bir dille gerçekleşti; bir tür 'hareket' diliyle yürüyebildi ve gene böyle kabul edilerek üzerine yürünebildi. Her ikisi için de neden ve nasıl, diyerek, somut şiire, sesli-somut şiire, işitsel şiire, görsel şiire, deneysel şiire, artık nasıl adlandırılsa, isterseniz önerildiği gibi bilinç-biçimli şiir diyelim, işte 'bu' şiire yönelik ilginin kimi aktörlerinin katkılarıyla kotardığımız dosya ile biraz tarih düşüyoruz, biraz not tutuyoruz, biraz tartışıyoruz, biraz da kurcalıyoruz...
Ürün Özellikleri