Kitap Hakkında
Konstantinopolis 1453’te II. Mehmed tarafından fethedildiğinde şehirdeki en büyük Katolik grup Galata’da yaşayan Cenevizlilerdi. Osmanlı toprakları Balkanlara ve doğuya doğru genişledikçe Katolik nüfus da hızla arttı.Katolikler ve Sultanlar, 17. yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğu’na gelmeye başlayan ve Katoliklere ait siyasi ve ticari topluluklara papazlık yapmak yerine Osmanlı topraklarındaki Ortodoksların ve Doğulu Hıristiyanların inancını değiştirmeyi, böylelikle de kiliselerin birleşmesini sağlamayı hedefleyen Katolik misyonerlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923’e dek süren faaliyetlerini inceliyor. Cizvitlerin baskısı, Aydınlanma çağının akılcı etkileri, Fransız İhtilali ve Napolyon döneminin bu hareketi nasıl etkilediği, 1900’lerde Katolik misyoner hareketinin nasıl yeniden canlandığı, hem imparatorluğu hem de kiliseyi parçalayan I. Dünya Savaşı dönemi tüm detaylarıyla irdeleniyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun gerek içinde gerekse dışında yer alan Katoliklerin birbirleriyle, Ortodoksların ve diğer Doğulu Hıristiyanlarla ilişkilerini, daha geniş bir düzlemde dönemin imparatorlukları arasındaki güç dengelerine ışık tutacak biçimde ele alan bir çalışma.Giriş:Bizans devletinin 1453 yılının Mayıs ayında çöküşü yalnızca dünyanın en uzun ömürlü imparatorluğunun sona erişi anlamına gelmiyordu, bu aynı zamanda Avrupalı Katoliklerle Osmanlıların yeniden karşı karşıya geleceğinin de habercisiydi. Bu mücadele bir bakıma Haçlı savaşlarıyla başlayan Hıristiyan-Müslüman çatışmasının devamı niteliğindeydi fakat bu sefer Türkler, Rumlara ve Doğu Avrupalı Hıristiyanlara ait olan toprakları fethetmişlerdi.Katolik Latinlerin ve Ortodoks Rumların doktrinler, ayinler ve yönetim konularında antlaşmazlık içinde olmaları, bazı Batılı gözlemcilerin Bizans’ın çöküşünü tanrının dinsizleri cezalandırması olarak yorumlamalarına neden oldu. Batı Avrupa Hıristiyanları ise, Bizans’ın çöküşünü ve Yeni Roma’nın işgalini korkunç bir felaket olarak görüyordu. Batıda herkes II. Mehmed’in Bizans İmparatorluğu’nu ortadan kaldırdığı gibi Ortodoks Kilisesi’ni de ortadan kaldırmasından korkuyordu; fakat korkulan olmadı. II. Mehmed kiliseyi yönetimine kattı ve tamamen kendi kontrolüne aldığı kilisenin başına gelecek Patriğin Katolik Latinlere düşman isimlerden seçilmesini garanti altına almış oldu. Böylece Osmanlılar sık sık Papalığa yardımcı olan imparatorları ortadan kaldırarak, Katolik ve Ortodoks kiliselerini birbirinden uzaklaştırmış oluyordu. İstanbul’un fethi, Hıristiyan birliğini savunan küçük Rum topluluğunun da etkisini yok etmiş ve bu topluluğu İtalya’da sürgüne mahkum etmişti. Türklerin 1453’te İstanbul’u fethetmesi IV. Haçlı Seferi’ne benziyordu çünkü her iki olay da Rum ve Latin kiliselerinin birleşme umutlarını -her ne kadar bu birleşme Slav ve Arap dillerini kullanan kiliseleri kapsamayacak ve Doğu Hıristiyan dünyası içinde yeni bir bölünme yaratacak olsa da- sona erdirdi. İstanbul’un fethinin sonrasında Papalık ve Türkler arasındaki açık düşmanlık dönemi çok uzun sürmedi. Elli yıl içinde Papalık Divanı (curia) ve Osmanlı Devleti görüşmelere başladılar. XVI. yüzyılda Fransızlar ve Türkler arasında Habsburglara karşı ittifak antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla Osmanlı topraklarındaki Katoliklerin konumları güvence altına alındı. Daha sonra İstanbul’da, Osmanlı dünyasına girmeye çalışan Batılı misyonerlerin koruyucu kanatları olarak çalışan daimi Fransız elçiliği kuruldu.Misyonerler geldiğinde, İstanbul’da yaşayan Katolik cemaati neredeyse yok olmuştu. Daha sonra, bu misafirlerin Katoliklere ait siyasi ve ticari topluluklara papazlık yapmak için değil, Osmanlı topraklarındaki Ortodokslar ve Doğulu Hıristiyanların inancını değiştirmek için geldikleri anlaşıldı. Latin misyonerleri Roma’yla görüş birliği oluşturacak birkaç Yakın Doğu Kilisesi oluşturulana kadar, zor koşullarda oldukça düşük miktarlara çalıştılar. Başlangıçta Batılı dini değerleri benimseyen yerel ruhban sınıfı, farklı ve düşman örgütler yaratıldığını anladıkları vakit bunlara düşman olmaya başladılar.Cizvitlerin baskısı ve Aydınlanma çağının akılcı etkileri, XVIII. yüzyılın ikinci yarısında bir gerileme yaşanmasına neden olmuştu. Daha sonra yaşanan Fransız İhtilali ve Napolyon Dönemi, Doğudaki Katolik toplulukların daha fazla parçalanmasına neden oldu. Fakat tüm bu dönemlerin sonunda, yeniden toparlanan Katoliklerin Papalık güçlerine katılması gözleri yeniden Doğuya çevirdi. Misyonerler kaybettiklerini tekrar ele geçirmek için Osmanlı İmparatorluğu’na akın etmeye başladılar ve 1900’lere gelindiğinde kilise ve bağlı kurumları en güçlü zamanlarını yaşıyorlardı. Ancak I. Dünya Savaşı hem imparatorluğu hem de kiliseyi parçaladı. 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ise duruma sevinecek çok az Katolik yaşıyordu.
Ürün Özellikleri