Savaş, insanoğlunun en korkunç yaratımlarından biri. Fakat muktedirler, yarattığı bütün yıkıma rağmen aksi için uğraşmak şöyle dursun, çoğu zaman soylu kavramları manipüle ederek bir yenisi için mücadele etmekten geri durmuyor. Yalnızca Arnavut edebiyatının değil dünya edebiyatının da büyük kalemlerinden biri olan İsmail Kadare de yüzlerce farklı biçimde anlatılan “savaş”ı takdiri hak eden özgün bir bakış açısıyla ele alıyor Ölü Ordunun Generali’nde. Tarafların kimlikleriyle boğuşmuyor, bir “öteki” yaratıp onu mahkûm etmiyor romanında. Savaşların yaşanıp bitmediğini, yitik öznelerinin yalnızca sayılardan ibaret olmadığını etkileyici bir dille gösteriyor okuruna. Anlatısını savaşın içinden kurarak büyülüyor onu; parçalanmış vücutlardan geriye kalan mektuplara, günlüklere, itiraflara çeviriyor gözlerini. 20. yüzyılın en çarpıcı romanlarından biri olan Ölü Ordunun Generali, bugün televizyon ekranlarından, telefonlardan takip edilebilen savaşa dair yazılmış, objektifliğiyle de zihinlere kazınmış unutulması güç bir roman.